"Enter"a basıp içeriğe geçin

Psikiyatrinin Kırılma Noktası Rosenhan Deneyi

1970’lerde gerçekleştirilen Rosenhan deneyi, modern psikiyatriyi sarsan ve psikiyatrik tanı süreçlerini sorgulatan çarpıcı bir çalışmaydı. Gerçek hasta olmayan bireylerin, akıl sağlığı kurumlarında kolaylıkla şizofreni teşhisi alması, akıl sağlığı değerlendirmelerinin ne kadar subjektif olduğunu gözler önüne serdi. Peki, bir insan gerçekten hasta değilken nasıl oluyor da yanlış teşhis konabiliyor? Bu deney, psikiyatri dünyasında hâlâ yankılanan derin bir tartışmanın fitilini ateşledi.

Akıl Hastanesine Sızan Profesör Rosenhan Deneyi

1970’lerde yapılan Rosenhan deneyi, akıl sağlığı değerlendirmelerinin ve psikiyatrik tanıların güvenilirliğini sorgulayan en önemli çalışmalardan biri olarak tarihe geçti. Bu deneyin amacı, psikiyatri alanındaki subjektif değerlendirmelerin ne kadar güvenilir olduğunu sorgulamaktı. Deney, Stanford Üniversitesi psikiyatri profesörü David Rosenhan liderliğinde, çeşitli meslek gruplarından toplam 8 kişilik gönüllü bir grup ile yürütüldü. Deney, akıl sağlığı değerlendirmelerinde yapılan hataları ve bu değerlendirmelerin öznel yönlerini gözler önüne sermeyi hedefliyordu.

Deneyin Başlangıcı

Katılımcıların seçilme kriteri, onların psikolojik rahatsızlık belirtileri göstermeyen sağlıklı bireyler olmalarıydı. Bu grup, kısa bir eğitim aldıktan sonra Amerika’daki farklı ruh ve sinir hastalıkları hastanelerine başvurmak üzere yönlendirildi. Başvurular sırasında katılımcılar, kafalarında boş ya da anlamsız kelimeler duyduklarını söylediler, ancak bunun dışında herhangi bir psikiyatrik belirti göstermediler.

Başvurdukları hastanelerde şizofreni ya da bipolar bozukluk gibi ciddi psikiyatrik teşhisler aldılar. Bu durum, psikiyatri camiasında büyük yankı uyandırdı, çünkü hiçbiri gerçekten hasta değildi ve sadece taklit ediyorlardı. Ancak hastaneler, bu kişileri hasta olarak kabul edip tedavi altına aldılar.

Deneyin İlerleyen Aşamaları

Deneyin ikinci aşamasında katılımcılar, hastane ortamında normal davranışlar sergilemeye başladılar. Semptomlarının ortadan kalktığını, yani iyileştiklerini belirttiler. Buna rağmen, doktorlar ve hastane personeli onların iyi olduklarına inanmadı. Katılımcılar tedavi süreçlerine dahil oldular, terapilere katıldılar ve kendilerine verilen ilaçları alır gibi yaptılar. Fakat aslında ilaçları gizlice tuvalete döktüler ya da başka yollarla attılar.

Rosenhan deneyi, psikiyatrik tanıların ne kadar öznel olabileceğini ve hastaların normal davranışlarının bile anormal olarak değerlendirilebileceğini açıkça ortaya koydu. Katılımcılar ne kadar normal davransalar da hastane personeli onları hasta olarak görmeye devam etti. Hatta, bir katılımcının günlük tutma davranışı bile şizofreni belirtisi olarak raporlandı. İlginçtir ki, hastanede tedavi gören gerçek hastalar, sahte hastaların normal davrandığını fark ettiler ve onlara “Siz gerçek hasta olamazsınız, muhtemelen bizi teftiş etmeye geldiniz” dediler.

Hastaneden Çıkış Süreci

Katılımcılar, en erken 7 gün, en geç 52 gün sonra taburcu edildiler. Ancak hiçbir katılımcı tamamen iyileşmiş olarak kabul edilmedi. Hastaneler, bu kişilerin hastalıklarının “remisyon” dönemine girdiğini, yani hastalıklarının geçici olarak yatıştığını düşündüler. Katılımcılar aslında tamamen sağlıklı olmalarına rağmen, hastane personeli onların hastalıklarının gerilediğini varsayarak taburcu etti.

Deneyin Sonuçları ve Yankıları

Rosenhan’ın bu çalışması, bilim camiasında büyük bir tartışma başlattı. Deney, psikiyatri kliniklerinde akıl sağlığının doğru bir şekilde değerlendirilemediğini, şizofreni teşhisi konmuş bireylerin aslında sağlıklı olduklarının fark edilemediğini ortaya koydu. Bu durum, psikiyatri alanında köklü değişiklikler yapılması gerektiğini gösteriyordu.

Deneyin sonuçlarına karşı çıkan birçok psikiyatrist, bu deneyin psikiyatrik tanılara olan güveni sarstığını ve bu durumun hastalar üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğini savundu. Ancak deney, 1980 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nı (DSM) daha kapsamlı bir şekilde güncellemesine yol açtı.

Deneyin yankıları sadece psikiyatri camiasında kalmadı, aynı zamanda toplumda akıl hastalarına karşı olan algıyı da değiştirdi. Akıl sağlığının değerlendirilmesinde kullanılan etiketlerin, bireylerin gerçek durumlarını yansıtmakta yetersiz olduğu anlaşıldı. Bu deney, insanların zor dönemlerde yaşadıkları duygusal zorlukların hemen bir akıl hastalığı belirtisi olarak görülmemesi gerektiğini vurguladı.

Sonuç

Sonuç olarak Rosenhan deneyi, psikiyatrik tanıların ne kadar öznel olabileceğini, hastane personelinin normal davranışları bile yanlış değerlendirebileceğini gösterdi. Psikiyatrik kliniklerdeki değerlendirme süreçlerinin güvenilirliği sorgulandı ve bu deney, akıl sağlığı alanında önemli tartışmaların başlamasına yol açtı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir