Çernobil Felaketi
Facia denince aklınıza hangi olay geliyor? Muhtemelen Çernobil, öyle değil mi? Yozlaşmış bir yönetim anlayışıyla işletilen eski bir nükleer santralde işçileri aşırı kısa sürede aşırı zor işler yetiştirmeye zorladığında böyle facialar da kaçınılmaz oluyor. O gün yaşananları artık hepimiz ezbere biliyoruz çünkü bu videoyu izleyen birçok kişi zaten o günleri bizzat yaşadı. Ama daha genç arkadaşlarımızın konudan bir haber olması imkânsız çünkü Çernobil ile ilgili olarak benim sayabildiğim 60 kadar Hollywood filminde Çernobil’den bahsediliyor ve konu hakkında basılmış 250 kadar kitap var. Sosyal medyadaki videolardan ve konu hakkındaki blog yazılarından bahsetmiyorum bile.
Evet, kabul edelim, Çernobil nükleer felaketleri açısından tarihin en berbat olaylarından biriydi. Uluslararası Atomik Enerji Ajansı tarafından sürdürülen Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Olay Skalasında Çernobil, Fukushima faciası ile 7 ve en üst seviyede yer alıyor. Zaten o seviyeye ulaşan tek olay da bu ikisi. Buna rağmen Çernobil’de patlama nedeniyle direkt olarak sadece 30 kişi öldü. Saçılan radyasyon nedeniyle ölenlerin sayısı ise epey tartışmalı olmakla birlikte 4.000 ila 30.000 arasında değişiyor. Bundan daha yüksek sayılar söyleyen raporlar var ama bu işin uzmanları tarafından kabul edilen sayılar bu söylediğim aralıkta. Ama velev ki o daha yüksek sayılar veren raporlar doğru olsun, insanlık tarihinde benzer çok daha büyük facialar var ve bunların adlarını bile duymuyoruz.
Bhopal Felaketi
Mesela Amerika, Çernobil’den sadece 2 sene önce Çernobil’den çok daha feci bir katliama sebep oldu: Bhopal faciası. Bu facianın adını hiç duydunuz mu? Duymadınız değil mi? Halbuki faciada ilk anda 2.259 kişi hayatını kaybetti. Sonraki günlerde bu sayı 3.787’ye çıktı. Patlama nedeniyle en az 574.000 kişi yaralandı. Bazı tahminlere göre ölü sayısı 8.000’in üzerinde. Ama bu olaydan sadece ve sadece 4 kitapta ve benim görebildiğim kadarıyla sadece dört tanecik belgeselde veya filmde bahsediliyor. Ve olaya sebep olan Amerikan firması bunun işçiler tarafından yapılan bir sabotaj olduğunu iddia ediyor.
Bugün bu akıl almaz faciayı ve arkasında dönen entrikaları anlatan içeriklere bir yenisini ekleyeceğiz.
2 Kasım 1984 Gecesi
2 Kasım 1984 gecesi, Hindistan’ın Madya Pradeş bölgesindeki Bhopal kasabası her zamanki gibi huzur içinde uyuyordu. Kasaba, Union Carbide India Limited olarak bilinen bir firmaya ait bir pestisit yani tarım zararlılarını öldüren kimyasal ilaçların üretildiği bir fabrikaya ev sahipliği yapıyordu. Firma, Amerika’nın meşhur Union Carbide Corporation’ın bir şubesiydi ve karbamat temelli pestisitler üretiyordu. Fabrikanın kurulmasından 10 sene kadar önce keşfedilen karbaril, pestisit endüstrisinde adeta bir devrim yaratmıştı. Çünkü daha önceden kullanılan klorlu ilaçlar gibi ardında kalıntılar bırakmıyordu ve müthiş bir şekilde omurgasız hayvanlar olan böcekler için ölümcül olsa da insanlar gibi omurgalı hayvanların vücuduna girdiği anda kolayca metabolize edilip vücuttan atılabiliyordu. Üstelik yağ dokusunda depolanmıyor ve süte karışmıyordu.
Metil İzocyanatın Tehlikeleri
Sonradan yapılan çalışmalarda bu molekülün insanlarda maalesef kolinesteraz enzimini baskıladığı ve dolayısıyla düşük bir ihtimalle de olsa kansere neden olabildiği keşfedildi. Avrupa Birliği’nde yasaklandı, Amerika’da kullanımı devam ediyor ama kısıtlanması yönünde bazı çabalar var. İşte Bhopal’deki fabrika bu pestisiti üretmek için metil izosiyanat veya kısaca MIC olarak bilinen bir molekül kullanıyordu. Bu molekül sadece karbaril için değil, carbofuran, metomil ve aldicarb gibi diğer birçok pestisitte de üretmekte kullanılabilen çok kullanışlı ve üretimi de çok ucuz olan bir molekül. Hatta o nedenle lastik ve yapışkanlarda da MIC kullanılıyor. Ama sorun şu: Metil izosiyanat aynı zamanda inanılmaz toksik ve rahatsız edici bir malzeme. İnsanlar için aşırı tehlikeli ve maalesef bir panzehiri de yok. Ve işte 2 Kasım 1984 gecesi fabrika civarında yaşayan milyonlarca insanın üzerine bu akıl almaz malzeme saçılmak üzereydi.
Felaketin Ayak Sesleri
Aslında bu korkunç olaylar silsilesinin ayak sesleri faciadan 8 sene kadar öncesine gidiyordu. Bhopal’de görev yapan işçilerin oluşturduğu iki ayrı sendika, fabrika içindeki sızıntılardan ve kirlilikten şikayetçiydi. Ama tabii ki buna kulak asan kimse olmadı. 1981’e geldiğimizde ise işçilerden biri, MIC denen bu kimyasalı üretmekte kullanılan fosgen gazının aktığı borulardan birinde tadilat yaparken yaptığı bir hata sonucunda üzerine bol miktarda fosgen fışkırdı. Aslında maske takıyordu ama panik içinde maskeyi çıkardı ve ölümcül dozda fosgene maruz kaldı. Olaydan 72 saat sonra maalesef hayatını kaybetti. Bu arada fosgen lafı kulağınıza tanıdık geliyorsa, 1. Dünya Savaşı’nda kimyasal silah olarak kullanılan ve 85.000 kişinin ölümüne sebep olan o meşhur karbonil diklorür gazının teknik adı fosgendir. Evet, bu fabrikanın son ürünü görece harika olsa da o ürüne ulaşana kadar kullanılan kimyasalların her biri birbirinden beterdi.
Raj Kumar Kwani’nin Araştırması
Fabrikada yaşanan bu korkunç olaylar üzerine Raj Kumar Kwani isimli bir gazeteci olayı soruşturmaya başladı ve kısa sürede Bhopal fabrikasının tik takları duyulan bir bomba olduğunu fark etti. Fabrikada üretilen her bir kimyasal aşırı tehlikeliydi ama buna rağmen güvenlik standartları berbattı, düzgün bir denetim yoktu ve yönetim tek kelimeyle faciaydı. Kwani, gerçek anlamıyla bir bombanın üzerinde oturduklarını o anda fark etmişti. Konu hakkında keşfettiklerini Rapat isimli küçük bir yerel gazetede “Yalvarırım Bu Şehri Kurtarın” başlıklı bir haberle kamuoyuna duyurdu. Sonradan aynı gazetede konuyla ilgili iki haber daha yaptı. İlkinde “Bhopal Halkı Uyanın, Bir Volkanın Yamacında Oturuyorsunuz” diye yakardı. Bu makalenin basılmasından 4 gün sonra 18 işçi kloroform, metil izosiyanat ve hidroklorik asit karışımına maruz kalarak hastanelik oldular ama neyse ki hepsi hayatta kalmayı başardı.
Gazetecinin Uyarıları
Bu olaydan 3 gün sonra yayınladığı ikinci makalesinde ise öfkeliydi. “Eğer dediklerimi anlamazsanız yok olacaksınız” diye yazdı. Sözleri, gelmekte olan müthiş facianın ayak sesleri gibiydi. 21 Mayıs 2021’de COVID-19 nedeniyle kaybettiğimiz bu müthiş gazeteciyi de buradan saygıyla anmış olalım.
MIC Depolama ve Sorunlar
Her neyse, fabrikada üretilen bu aşırı zehirli MIC, her biri 68.000 litrelik üç devasa tankta sıvı olarak depolanıyordu. Tankların %50’si zehirli karışımla doluydu, geri kalanı ise azot gazıyla basınçlandırılmıştı ki bu sayede sıvı ihtiyaç halinde fabrikaya pompalanabiliyordu. 1984’te azot sızıntısı yaşandı ve tankın tamir edilmesi gerekti. Ama fabrikada her şey o kadar eski ve paslanmıştı ki tanktaki tamirin yapılabilmesi için önce başka boruların tamir edilmesi gerekiyordu. Mesela tamir edilmesi gereken borulardan biri tıkanmıştı ve tıkanıklığı açmak için işçiler boruya su bastılar. Sorun şu ki, o su beklenmedik bir şekilde borular boyunca akarak içinde halen 42 ton MIC bulunan tanka ulaştı.
Tepkime ve Patlama
Sorun da şu: MIC ile su birbirine karıştığında çok güçlü ve egzotermik yani etrafa ısı saçan müthiş bir tepkime yaşanıyor. İşin içine pis tankların içindeki diğer kimyasallar ve paslanmaz olmayan çelikten yapılmış boruların tepkimeyi hızlandırıcı etkileri de karışınca, tank içindeki basınç hızla artarak 2 Kasım 1984 gecesi saat 22.30’dan 23.00’e kadar olan yarım saatlik sürede tam 5 katına çıktı. Bu basınç artışı sensörlere de yansıdı ama sensör verisini inceleyen iki üst düzey çalışan da bunun sadece bir hata olması gerektiğini düşünerek üzerinde durmadılar.
Kaçak ve İhmal
Aradan yarım saat daha geçtiğinde işçiler, MIC zehirlenmesi ile ilişkilendirilen öksürme, göğüs ağrısı, nefes darlığı, gözlerde, burunda ve boğazda kaşınma gibi semptomlar göstermeye başladılar. Bunun üzerine fabrikada bir kaçak aramaya başladılar ve sadece 15 dakika içinde gerçekten de bir kaçak bulmayı başardılar. Ama fabrika yöneticileri o sırada çay molasında oldukları için bulunan sızıntıyı incelemeyi tam 40 dakika boyunca ertelediler ve bu sırada işçilerin başka kaçaklar aramasını söylediler. Tüm bunlar yaşanırken tanktaki basınç bir 5,5 kat daha artarak normalin 27 kat üstüne ulaştı ki unutmayın, bu yüksek basınç artışı bir yandan MIC’nin tanktaki çatlaklardan sızması sırasında yaşanıyordu.
Güvenlik Sistemlerinin İhmali
Aslında bu tip bir gaz sızıntısının dışarı ulaşmasına engel olan üç ayrı mekanizma vardı: bir sıcaklık alarmı, sızan MIC gazını yakarak daha düşük riskli gazlara çeviren bir ateşleme sistemi ve bir çeşit gaz temizleyici sistemi. Sıcaklık alarmı gereksiz diye 1982’de sökülmüştü. Ateşleme sistemi tadilat amacıyla kapatılmıştı ki zaten boyutu da sistemdeki gazı yakmaya yetecek kadar değildi. Gaz temizleyicisi ise kapatılmıştı ki zaten açık olsa da içinde yeterince sodyum hidroksit yoktu. Anlayacağınız ihmal üstüne ihmal üstüne ihmal.
Felaketin Boyutları
İşte tüm bunlar nedeniyle sadece 45 dakika içinde atmosfere tam 30 ton MIC sızdı. Sonraki 2 saatte ise bu sızıntı toplam 40 tona ulaştı. Tabii gaz saf değildi; içinde kloroform, diklorometan, hidrojen klorür, metilamin ve karbondioksit gibi çok sayıda diğer zehirli gaz da vardı. Ve bu sızıntıdan MIC’nin havadan bir buçuk kat daha ağır olması, yani gaz etrafa saçıldığında öylece uçup gitmiyordu, tam tersine yerde birikerek etrafa yayılıyordu. Ve işte 1984’te mışıl mışıl uyuyan Bhopal halkının etrafını bu gözle görünmez zehir sarmaya başlamıştı.
Felaketin Başlangıcı
Bir evde tüp gaz sızıntısı olduğunda yaşananları bir düşünün. Şimdi tüp gazından 42 kat daha toksik bir gazın fabrikanın civarında yaşayan 500.000 kişinin evlerine salındığını hayal edin. Bhopal kimyasal fabrikası adı verilen o yanardağ artık patlamıştı. Saatler gece yarısı 12’yi gösterdiğinde, yani facianın başlangıcından 2 saat sonra, fabrika ve civarındaki hava artık dayanılmaz hale geldi ve işçiler iki farklı sireni birden çalmaya başladılar. Bunlardan biri fabrika içindeki işçileri uyarıyordu, diğeri ise civardaki halkı uyandırmak üzere çalınıyordu. Ama yöneticiler halkı gereksiz yere korkutmamak adına dışarıya verilen siren seslerini birkaç saniye sonra kestiler.
Gaz Sızıntısı ve İlk Tepkiler
Saatler 1’i gösterdiğinde, 2 kilometre ötedeki Kola isimli bir mahallede bir gaz sızıntısı şüphesi nedeniyle insanlar evlerini terk etmeye başladılar. Halktaki paniği fark eden polis karakolu derhal fabrikayı arayarak neler olup bittiğini sordu. Ancak yöneticiler polise endişelenecek hiçbir şey olmadığını söylediler. Ortalık bir türlü durulmayınca saat 2:10’da polis fabrikayı tekrar aradı ve bu defa “Ne olduğunu bilmiyoruz, galiba amonyak sızıntısı var” dendi. Evet, amonyak da tehlikeli bir madde ama MIC ile kıyaslanamayacak kadar hafif bir toksisiteye sahip. Dolayısıyla civar hastaneler kendilerine ulaşan ilk hastaları amonyak zehirlenmesine karşı tedavi etmeye başladılar. Fabrika sonradan sızıntının fosgen olduğunu söyledi ve hastaneler de tedaviyi buna göre güncelledi. Aslında sızıntının MIC olduğunun söylenmesi çok daha uzun zaman alacaktı ve bu, ölü sayısının hızla artmasına katkı sağladı. Gerçi erkenden söylenseydi de ne kadar yardımcı olunurdu bilemiyorum çünkü az önce de söylediğim gibi MIC’ye karşı bilinen hiçbir panzehir bulunmuyor.
Sirenler ve Halkın Tepkisi
Nihayet saat 2:15’te şehre dönük sirenler tekrardan çalmaya başladı. Ancak bölge böylesi bir sızıntıya hazırlıklı değildi; alarmın anlamını bile bilmiyorlardı. Dolayısıyla, normalde yapmaları gerektiği gibi evlerindeki bir odanın kapılarını ve pencerelerini izole edip oraya sığınmak yerine, sirenlerin neden çaldığını anlamak için camlarını açarak olan biteni sorgulamaya başladılar. Bu nedenle de ölümcül gazı ciğerlerine çok daha fazla çektiler. Bu basit hata da ölü ve yaralı sayısını müthiş miktarda artıracaktı.
Felaketin Etkileri
Fabrikanın birkaç kilometre etrafındaki binlerce insan nefessiz kalarak boğulmaya başladılar. Dolaşım sistemleri iflas etti ve pulmoner ödem nedeniyle hayatlarını kaybettiler. Sadece akciğerleri değil, beyinlerindeki serebral dokuda ödem, böbreklerinde tübüler nekroz, karaciğerlerinde yağ dejenerasyonu ve sindirim kanallarında nekrotizan etkiler görüldü. O kadar çok yaralı ve ölü vardı ki civar hastaneler dahil bütün hastanelerin kapasitesi dolup taştı. Bölgedeki doktorların %70’i böyle bir faciada görev alacak kadar kalifiye değillerdi. İlk incelemeler 200.000 kadar çocuğun gaza maruz kaldığını gösteriyordu. Ölmemeyi başarıp da hayata tutunan yüz binlerce kişi kanser veya kör olacak, işlerini kaybederek nesiller boyu sürecek bir finansal zorluğa düşeceklerdi.
Toplu Ölümler ve Sonuçları
Faciada o kadar çok insan ölmüştü ki bu insanların hepsini düzgünce gömmek imkansızdı. Dolayısıyla yere açılan dev çukurlara yüzlerce insan bir arada gömüldü. Geri kalanlar topluca yakıldı. Sadece insanlar değil, bölgedeki ağaçların hepsi gaz nedeniyle yapraklarını dökerek öldüler. Binlerce hayvan telef oldu ve bunların bedenlerinin temizlenmesi haftalar sürdü. Bölgede ciddi bir yiyecek kıtlığı başladı çünkü kimse orada üretilen gıdaları yemek istemiyordu. Balıkçılık yasaklandı.
Firma Tarafı ve Güvenlik Önlemleri
Hindistan tarafında tüm bunlar olurken işin tabii bir de firma tarafı var. Tanklardaki MIC’yi güvenli bir şekilde boşaltamama olayından sadece bir ay sonra, fabrikadaki diğer iki tankı boşaltmaya başladılar. Bir ayda ne kadar güvenlik sağlanmış olabilir ki? Bu sırada Union Carbide’ın o dönemki CEO’su Warren Anderson, Amerika’dan kalkıp teknik bir ekiple birlikte Hindistan’a geldi. Anderson, havaalanına ayak basar basmaz tutuklanarak ev hapsine alındı ve ülkeyi derhal terk etmesi istendi. Görebileceğiniz gibi bu, adaletin tecelli etmesinden ziyade öfkeli halkın Anderson’ın canına kastetmemesi için alınmış bir önlem gibiydi. Çünkü o dönem bölgede müthiş protestolar başladı. Anderson, sessiz sedasız Amerika’ya geri kaçırılarak Hindistan’ın öfkesinden kaçmayı başardı.
Davalar ve Yardımlar
Tabii ki hem Amerika’da hem de Hindistan’da konuyla ilgili dava hazırlıkları da başlamıştı. Bu sırada bir yandan bölgede sızıntı kaynaklı hastalıklarla mücadele devam ediyor, diğer yandan Kızılhaç gibi örgütler bölgeye yardımlar gönderiyordu. 17 Nisan 1985’te, davanın Amerika ayağının başındaki bölge eyalet yargıcı John Keenan, Union Carbide’ın bölgeye 510 milyon dolar kadar yardım göndermesi gerektiğine karar verdi. Union Carbide, bunun bir suç kabulü olmadığının anlaşılması şartıyla bölgeye 5 milyon dolar yardım göndermeyi kabul etti. Hintli hükümet bu isteği reddetti.
Suçlamalar ve Savunmalar
İşin çılgın tarafı ne biliyor musunuz? Union Carbide, bu faciada hiçbir suçu olmadığını, suçun tamamının işçilerde olduğunu iddia ederek hiçbir sorumluluğu kabul etmedi. Yaptıkları savunmaya göre, o tankın içine normal bakım sırasında su sızması imkansızdı. Dolayısıyla işçilerden biri bakım sırasında kasten borulara hortum bağlamış ve tankı bilerek suyla doldurmuş olmalıydı. Bugün bile Bhopal.com sitesine giderseniz, Amerikalı şirketin suçu o zamanki işçilere atmaya çalıştığı düşük kaliteli bir internet sitesiyle karşılaşıyorsunuz. Akıl almaz.
Şaibeli Hareketler
Bu doğrudur değildir, bunu ben bilemem. Bunu çözecek olan bağımsız yargıdır, bilimsel araştırmalardır. Ama bu yönde bir karar çıkmamışken, koskoca bir şirketin kendi işçilerini suçladığı bir web sitesi açması akıl almaz. Kaldı ki, Wikileaks tarafından sonradan sızdırılan e-maillerde, Dow Chemicals satıldıktan sonra firmanın Stratfor isimli bir stratejik istihbarat firmasıyla çalışarak Bhopal aktivistleri ve bölgedeki gazetecileri takibe aldığı ortaya çıktı. Şaibeli hareketler.
Anlaşma ve Yargı Süreci
Neyse, konuyu daha fazla uzatmayayım. Sonuç olarak, 1989 yılında Union Carbide ile Hindistan hükümeti arasında 470 milyon dolarlık bir anlaşma yapıldı. 1991 yılında Hindistan, CEO Anderson’ı adam öldürme suçundan yargılayarak o dönem maksimum ceza olan 10 yıla mahkum etti ve Amerika’dan suçlunun kendisine teslim edilmesini istedi. Ama tabii ki Amerika, kanıt yetersizliğini gerekçe göstererek Hindistan’ın iade talebini reddetti ve Anderson da Hindistan’a bir daha hiç ayak basmadığı için cezasını hiç çekmedi. Davanın Amerika’daki ayağı uzun bir hukuki mücadeleden geçtikten sonra nihayet New York Yargıtay İkinci Dairesi tarafından düşürüldü ve böylece binlerce kişinin ölümü ve yüz binlerce kişinin yaralanmasına sebep olan Amerikalılardan bir tanesi bile ceza almadı.
Göstermelik Cezalar
Tabii ki bazı göstermelik günah keçileri yaratıldı. Şirketin Hindistan şubesindeki 7 üst düzey çalışan, Haziran 2010’da yani hemen hemen hepsi 70 küsur yaşındayken taksirle adam öldürme nedeniyle suçlu bulundular. Bunlar arasında Union Carbide Hindistan ayağının eski müdürleri, başkan yardımcıları, üretim müdürü, fabrika müdürü ve üretim asistanı vardı. Her biri iki yıl hapse ve günümüz parasıyla yaklaşık 3.000 dolar para cezasına çarptırıldılar ama her biri kısa sürede kefaletle serbest bırakıldı. Union Carbide CEO’su Warren Anderson, 29 Eylül 2014’te 92 yaşındayken hayatını kaybetti. Ailesi, ölümünü duyurmadan arkasında bıraktığı mirasın en akılda kalıcı örneği, 2006 yılında Bhopal’de yapılan bir yürüyüş sırasında çekilen bu fotoğraftır. Kartta “Osama’yı istiyorsanız Anderson’ı verin” yazıyor.
Günümüzde Durum
İşte böyle. Günümüzde fabrika terk edilmiş halde ve fabrikadan sızan kimyasallar toprağa ve suya karışmaya devam ediyor. 2004 yılında yapılan bir incelemede fabrika civarındaki bir kuyuda sağlıklı dozun 500 katı cıva tespit edildi. 2009’da Hintli bir kirlilik takip laboratuvarı, fabrikadan 3 kilometre ötede bile yeraltı sularına karışmış pestisit tespit etti. Aynı sene BBC’den bir ekip, bölgede sık kullanılan bir sebilden su alıp İngiltere’de test etti ve güvenli sınırın 1000 kat üstünde karbon tetraklorür tespit etti. Bölgeye giden fotoğrafçılardan biri, fabrikanın hala toksik atık sızdırdığını göstermeye çalışırken maruz kaldığı kimyasallar nedeniyle hastanelik oldu.
Dersler ve Sonuç
Bunlar korkunç olaylar ama hiçbirini duymuyoruz bile. Halbuki insanlık tarihinde endüstriyel facialar Çernobil’den ibaret değil. Onu fetiş ettiğimizde bu tür olaylardan çıkarılacak çok daha büyük dersleri kaçırmış oluyoruz. Hiçbir ülke kusursuz değil, hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değil ve herkesin geçmişinden çıkaracağı çok fazla ders var.