Last updated on 19/09/2024
1966 yılında, Amerika’nın tanınmış yalan makinesi uzmanı Cleve Backster, güvenlik görevlilerine poligraf aygıtının kullanımını öğrettiği okulunda uykusuz bir gece daha geçirdi.
Bir süre sonra, sırf eğlence olsun diye, yalan makinesinin elektrotlarını büyük yapraklı tropikal bitkisine yerleştirdi. Yalan makinesi, korku, sevinç ve şaşkınlık gibi durumların elektriksel değişimlerini ölçüyordu. Belki bitki de sulandığında sevinirdi, diye düşündü ve alayla güldü.
Bitkiyi suladığında galvanometre zikzaklar çizerek aşağı indi. Oysa yukarı doğru bir hareket bekliyordu. Yaprağını sıcak kahveye soktuğunda ise beklediği tepkiyi görmedi.
Sonunda bir kibrit alıp bitkiyi yakmayı düşündüğünde ise her şey değişti. Bitki çılgınca bir tepki vererek galvanometrenin ibresini tavan yaptırdı. Backster inanamadı. “Nasıl yani?” dedi kendi kendine, “Bitki düşüncelerimi mi okudu?”
Bu deney, insanlık tarihinin önünde yeni bir dünyanın kapısını aralamıştı. Backster, bitkilerin yalnızca düşünceleri okumakla kalmayıp, çevrelerindeki her şeyi hissettiğini keşfetmeye başladı. Kaynar suya atılan karideslerin ölümlerini, eline iğne battığında duyulan acıyı, hatta kilometrelerce ötede yaşanan sevinç ve üzüntüleri bile hissedebiliyorlardı. Hatta bazı durumlarda bitkiler korkudan bayılma belirtileri gösteriyordu.
Bir gün, şehir dışından gelen bir botanikçi kadın laboratuvara girdiğinde, tüm bitkiler sessizleşti. Sanki birdenbire sessizliğe bürünmüşlerdi. Kadın, havaalanından uçağa binip gittikten 45 dakika sonra bitkiler yeniden tepki vermeye başladı. Backster, kadının bitkileri kurutup ölçümler yaptığını öğrendiğinde, bitkilerin onu gördüklerinde korkudan bayıldıklarını anladı.
Başka bir deneyde, Backster altı yardımcısına aynı gece farklı görevler verdi. Bu görevlerden biri, gece yarısı gelip laboratuvardaki bitkilerden birini söküp parçalamaktı. Ertesi gün, bitkiyi parçalayan yardımcı içeri girdiğinde, tüm bitkiler çılgınca tepki vermeye başladı. Backster, bitkilerin sadece hissetmediğini, aynı zamanda hafızalarının da olduğunu anladı.
Bu buluş, Amerika’da bazı adli vakalarda bitkilerin şahit olarak kullanılmasına bile yol açtı. Çünkü bitkiler yalan söylemeyi bilmiyordu.
Bu çalışmalar makale olarak yayımlandı ve dünyanın dört bir yanından bilim insanları bu konu üzerinde araştırmalar yapmaya başladılar. Sonuçlar akıl almaz boyutlara ulaştı. Koparılmış bir yaprak, güzel sözler söylendiğinde normal bir yapraktan çok daha uzun süre canlı kalabiliyor, 120 km mesafedeki bir acıyı hissedebiliyor, insanların düşüncelerini okuyabiliyor ve kötü niyetli insanları hafızasına kaydedebiliyordu. Üstelik bu bilgileri diğer bitkilerle de paylaşabiliyordu.
Bitkiler, yanlarındaki bir bitkinin susuz kaldığını hissedip kendi sularını onunla paylaşacak kadar duyarlılar. Kendisine kötü davranıldığında ise üzüntüden ölebiliyorlar. Bütün canlılarla iletişim kurma konusunda hayal edebileceğimizden çok daha öte bir hassasiyete sahipler.
Belki bir gün, bitkileri daha iyi anlayarak tarihin tüm yaşanmışlıklarını onlardan öğrenebiliriz. Hatta, Avatar filminin esin kaynağı da bu çalışmalar ve elde edilen sonuçlardı.
Unutmayalım ki dünyanın herhangi bir yerinde bir bitkiye kötü davranıldığında, bütün bitkiler bunu hisseder.